Son bir kaç hafta, hatta belki 2020 başından bu yana, Dünya genelinde meydana gelen olayların ve verdiğimiz tepkilerin üzerine düşünüyordum… Hem tüm tarihimiz, hem de yakın geçmişte sadece iki-üç nesillik dönemde bile yaşanan toplumsal olayları düşünürsek; genel kültürü ve krizlere karşı refleksleri pozitif yönde çok gelişmiş, bir olmanın önemi daha iyi kavramış bir ülke ve toplum olmamız lazımdı aslında. Tüm o krizlere, kaotik ve psikolojisi zor günlere bakınca yani öyle olması beklenirdi herhalde… 

Ama onun yerine bizde gerçeklikten kopma, duyarsızlaşma (İdoşuma 🙏💙), değerlerini unutma, her konuyu desteksiz ve altyapısız eleştirme veya her konuda şöyle bir fikir sahibi olup boş konuşma, boş davranma, uzmanlığı küçümseme gibi şeyler daha fazla gelişmiş. Ekonomik sebeplerin, zorlukların, eğitim kalitesinin buna etkisi büyük elbette ama genel anlamda (edit: psikoloji ve davranışlar açısından) bakınca savunma mekanizması veya ilkel benlik ve hayatta kalma güdüsü ile de ilgili mi bilemiyorum… Uzmanı gibi konuşup bir “her şeyden anlayan” davranışı göstermek istemem 😀 Yine de düşünmeden edemiyorum tabi… Avrupa halkı alışkın değil hadi krize, acil duruma vs, refleksleri az, ya bizde? 
***

İnsan olarak onca tecrübeden ve tarihsel olaylardan zerre öğrenmiyor oluşumuzu ne açıklar? Vurdumduymazlığımız, ” Şimdi bir semt adı “Vefa” ” misaline dönen empati anlayışımız, birbirinin ihtiyaçlarına olan yüzeysel duyarlılıklarımız, panik veya anksiyete gibi bir çeşit travma tepkisi mi? 

Öte yandan,  farklı alanlardaki farklı uzmanların da bir süredir anlatıp söylediği gibi insanoğlu bence de büyük bir değişim ve dönüşüm döneminde, dünya pek çok açıdan topyekün önemli bir sınav veriyor gerçekten… Ben inanıyorum buna en azından.


Dünya dediğimiz şey de bizden ayrı bir varlık değil sonuçta, doğadan, hayvanlardan, bitkilerden, evet virüslerden, bakterilerden, yaşam formlarından, ve bizden, birey birey her birimizden ve her birimizin evrende yarattığı frekanstan oluşuyor… Burada olan Afrika’dakini, Afrika’da olan Yeni Zelanda’dakini görünmeyen bağlarla bağlayıp, etkiliyor, ilgilendiriyor. Virüsün yayılma hızı, ortaya çıkardığı ihtiyaçlar, yarattığı etkiler ve doğan sonuçlar, metafor olarak da aslında, insan olarak birbirimize nasıl büyük bir zincirle bağlı olduğumuzu, ayrışamayacağımızı, münferit hareket etmenin çözümü kolaylaştırmayacağını, kibirin, hükmetme arzusunun, bireyselleşmenin, umursamazlığın, korkunun, kaygının, paniğin kimseye fayda sağlamayacağını, öyle ya da böyle ucunun bize veya sevdiklerimize dokunabileceğini anlatıyor yeterince sanki, sizce de öyle değil mi? 

Olaydan, meseleden, krizden, kaostan bağımsız baktığımızda da bireysel, toplumsal, ulusal veya global, eninde sonunda aynı büyük zinciri oluşturuyoruz. Ayrışma, ayrıştırma değil ortak, akılcı kararlar, yardımlaşma ve sözde değil, özde ve samimi bir birlik ve bütünlüğü sağlayın artık, çağrısıdır belki de bu hayatın..? 

Bu güne kadar yönetilebilen veya yönetilemeyen, kontrol edilebilen veya edilemeyen bir sürü afet, felaket, salgın, savaş, kriz, kaos vs vs yaşamış insanoğlu… Bilmediğimiz veya hakkında pek az şey bildiğimiz nice medeniyetler gelmiş geçmiş. Sözde en gelişmiş çağlarımızda kontrol edemediğimiz şeyler, bizleri böylesi “belirsiz” bir kaosa sokabiliyorsa, belki de, tarih boyunca benimsenmiş olan, sadece sorunun spesifik çaresine odaklanıp çözüme ulaşınca da eski düşünce ve davranış kalıplarına geri dönmek yerine, ortak aklı, ortak bilinci, kolektif ve en derin insan duygularımızdan biri olan sevgiyi anlama, yüceltme ve yayma zamanımız gelmiştir belki de? 

Öfke, korku, kin, nefret, endişe, kaygı; bunlar da çok derin insan duyguları şüphesiz. Hepsi de  “korunma” veya “hayatta kalma” güdüsü kökenli, düşük ve negatif frekans duygular… Kendini, aynı sen gibi olandan (kendin gibi olMayandan demiyorum) içgüdüsel olarak korumanı gerektirmeyen bir dünya yaratsaydık, ve o dünyada yaşasaydık sizce nasıl olurdu?

"Evrenin gizemini anlamak istiyorsanız, enerji, frekans ve titreşim cinsinden düşünün"

Düşünüyorum. Vaktim de bol malum 😉 daha çok düşünüyorum. İçinde bulunduğumuz dünyayı, sistemleri, davranışları, hepsini biz yarattık. Seçimlerimiz veya seçmesek de kabullendiklerimiz, kabullenmesek de boyun eğdiklerimiz, boyun eğmesek de düzene uymak durumunda hissettiklerimiz, düzene uymak istemesek de bir şekilde içinde yaşamaya devam ettiklerimiz, günün sonunda negatif veya pozitif hislerimiz, düşük veya yüksek frekanslarımız ve yaydığımız enerji (edit: davranışlarımız, düşüncelerimiz, çoğu zaman farkında olmadığımız seçimlerimiz, alışkanlıklarımız, zaaflarımız, değerlerimiz, kararlarımız vs) ile bizim yarattığımız bir dünya bu…

Bu dünyanın, yani aslında dünyayı bu hale getiren insanın, kendisini, kim olduğunu, sevgiyi ve şefkatin gerçekte ne olduğunu, ne anlama geldiğini hatırlamaya ihtiyacı var. Hangi millet, hangi ırk, hangi din olduğunun hiç bir önemi yok. Sevgi, ayırt etmez çünkü. Herhangi bir şey sevgi ile yapıldığında anlam kazanıyor, güzelleşerek büyüyüp çoğalıyor, “şuramızda hissetmemizi sağlıyor” 😊 Bugün hastanelerde tüm doktorlar canla başla ve insan üstü bir refleksle hayat kurtarmaya çalışırken, özdeki sevgiden, hissettiği şeyden aldığı güç ile yapıyor bunu mesela, sadece Hipokrat yemininden değil.

Öte yandan, bu tamamen ayrı bir yazının konusu ama bir başkasını sevdiğimizde, nasıl özenle ve şefkatle yaklaşıyorsak, kendimize de aynı özen ve şefkati vermeye, diğerimizden hiç bir farkımız olmadığını anlamaya, özsevginin anlamını farketmeye de ihtiyacımız var. 

Yüzyıllar boyunca, dinler, birbirinden farklı öğretiler, bilgelik içeren çeşitli aktarımlar hep bunun için varolmuş, bunu dile getirmiş, bunu öğretmeye çalışmış, bunun yollarını, ritüellerini söylemiş. Nesiller gelmiş gitmiş ama anlatılan hikayeler, öğretilmek istenen “öz” yeterince kavranamamış, veya zamanla öz’den uzaklaşılmış, unutulmuş, kutsallık kavramı bile çoğunlukla putlaşmış veya çıkar kavgalarının, sömürünün veya hükmetme arzusunun elinde form değiştirmiş, vicdanı, kalbi körleşmiş inançlara, kökeni sebebi anlaşılmadan yerine getirilen ezber davranış, ibadet veya düşüncelere dönüşmüş. Maalesef!

Şimdi, bu cümlelerimi okuyunca kendi bakış açısına göre beni yargılayacak, belki bazı tanımların, çeşitli -izm’lerin altına sokmaya çalışacak, alaya alacak, kötüleyecek, belki din düşmanı belki anarşist belki romantik veya hayalperest ilan edecek veya felsefe yapmakla suçlayacak (!) tonla insan olacak, belki… Normal de. Benim söylediğim beni, karşımdakinin ne anladığı da onu ilgilendirir… Zihnimizden veya bize öğretilenlerden arındığımızda ise buluşacağımız tek bir ortak tek bir dil veya gerçek var; sevgi. Kaynaktan, kutsal olandan, Tanrı’dan, Allah’tan; adına ne diyorsan nasıl ifade ediyorsan farketmez; özde varolan da aslolan da ortak şey bu.
***

Önemli olanın insanın, bu geçiş ve dönüşüm günlerinden nasıl çıkacağı, ne yapacağının söylenmesine alıştığı bir düzende beklediği desteği, tepkiyi veya adımı bulamayıp hayal kırıklığına uğradığında, hangi seçimleri yapacağı, hangi kararları alacağı diye düşünüyorum… Birlik, sosyal dayanışma, etik, vicdan, sevgi ve şefkatten yana mı olacak bu seçimler; hepimizin birbirimize aslında nasıl da bağlı olduğunu, aynı bütünün farklı parçaları olduğunu görmemizi sağlayacak, insiyatif ve etik içeren, sevgiyi, yüksek frekans ve pozitif enerjileri, duyguları besleyen bireysel kararlar söz konusu olacak mı; yoksa tüm bunlardan biraz daha eksilmiş, ilkel benliğin “hayatta kalma” güdüsüne yenik; çıkar, kibir, haset, kıskançlık, öfke, nefret, kin vb. negatif duygu ve davranışlar mı daha fazla benimsenecek, Dünya negatif enerji ve düşük frekanslara, olumsuz ve karanlık duygulara biraz daha mı maruz kalacak? Ya da işte, kaos bitince, bizi birleştiren ortak değerler unutulup eski düzene geri mi dönülecek? 

Dünya aynı mı olacak sizce? Aynı kalabilir mi? Kalmalı mı? Öğrenilmesi gereken ne var bu deneyimlerde?

Ben geçmişin (sadece kendimin değil, tüm insan neslinin) yüklerinden, üzüntülerinden, düşmanlıklarından, sevgisizliklerinden, acılarından arınmış – uzlaşmış – helalleşmiş – affetmiş – özgürleşmiş, doğayla ve kendi doğasıyla barışmış, sevginin, şefkatin, neşenin, ahlaki ve vicdani değerlerin güzelliği ile yükselmiş, barış, huzur ve dengede bir dünyayı seçiyorum. Varlığımı ve günlük küçük seçimlerim dahil, belki büyük belki küçük kararlarımı bu seçimin üzerine kurmak için çabalıyorum.  

Siz? Konu daldan dala sıçramış gibi görünse de, enine boyuna düşünüp değerlendirince, hangisini seçiyorsunuz? Size düşen payda, hangi taşın altına elinizi sokmaya cesaret ediyorsunuz? Hangi dünyayı yaratmaya katkı sağlamak istiyorsunuz?

Sonuçta, aslında çok sevdiğim o hikayedeki gibi “bu da geçer!” Her şey geçer… Ama sonunda iç’te, öz’de, ruhta, özbenliğinde ne, ne kadar kalır..? Varoluşuna, şu anki varlığına ve gelecek nesillerine ne aktarılır? 

Sahi, yaşamaktaki amaç neydi? Kimdik biz insan olarak? 

*Kelebek Etkisi